Karadenizlinin “sevap” uğraşı ve Santa Harabeleri


Yaz, kendini iyice hissettirdi. Artık Yayla zamanıdır Karadeniz bölgesinde. Aklınıza estiğinde vurursunuz kendinizi yaylalara doğru. Bir Pazar günü hava oldukça sıcak ve deniz kesmez, bu hava tam yayla havası dediğim bir gün, öğlenden sonra çıktım yola. Daha önce misafirlerimle yayla turundan dönerken tarif üzerine indiğim bir yol vardı, aklımda çok güzel manzaraları kalmıştı ama gece  geç vakitlerdi. Gündüz gözüyle de aynı manzarayı görmek istemiştim, o isteğimi yerine getirdim.
Yayla yollarında levhalar olmadığından yollarda insan görürseniz sorarsınız gitmek istediğiniz yeri belki yol tarifi alırsınız ama hava sisli ve yollarda da kimseye rastlamazsanız saatlerce yol alırsınız ve vardığınız nokta, istediğiniz yer çıkmaz. Yani yolu şaşırırsınız. Onun için rehberle gezmek güzeldir yaylalarda. Hava da sis, duman olmasa da yine de iyi bilmiyorsanız yayla yollarını yine de kaybolmaktan kurtulamazsınız, hele merkezi yerler dışında farklı yaylalar göreyim derseniz. Anlamışsınızdır, yolu kaybettiğimi artık..
Trabzon’dan çıktıktan sonra önce Çağlayan’dan bildiğim yoldan gideyim dedim ama o önceki yıllarda gece geldiğim yol aklıma geldi. Gece olmasına rağmen manzaralı bir yol olduğunu biliyordum ama yolu çok bozuktu. İnerken bozuk olan yolun bir de yukarıya doğru çıkışını düşünün artık. Yalnızım. Kafama göre zaman zaman duruyor ve fotoğraf çekiyorum, kimsenin “durma”, “geç kaldık”, “kaybolduk”, “zaman geçti”, “ne vardı buralarda”, “başka yer mi yoktu”, “acıktık”, “her çeşmede durmak zorundamısın”, “bir gözedende su içmesen olmaz mı?” , “kaçta döneriz” dediği de yok nasılsa. Ana yoldan ayrılmış, bir hayli yol almıştım ki, yolda yürüyen 3 kişiye denk geldim.  Belli ki yukarılara bir yerlere gidiyorlardı. “sevap kazanalım” dedik, tabi içimizden.
Nereye gittiklerini sordum, “Mezarlığa” dediler. “daha gençsiniz, biraz daha yaşasaydınız bari” dedim. Ben dalga geçtiklerini zannettim. Sonrasında ne var dedim, “karakol” dediler. Tam şok oldum, “mezarlık”, “karakol” dedim ki siz burada mı yaşıyorsunuz ? “Evet” dediler. Desenize “biz yaşamıyoruz” diye dedim, güldüler. “ne yapalım, böyle konmuş buraların adı” dediler. Sonra karşı dağlardaki köyleri sordum, “ne diye o yamaçlarda köyler var ki, ne tarlası, ne bahçesi var, başka köy yerimi yoktu, buraya nasıl yerleşilir “ dedim. “yerleşmediler ki, yerleştirildiler” dediler gençler.  O zaman duraksadım, yıllar öncesinde bu bölgeden insanlar muhacir edilmişlerdi. Yanı Rus işgali yıllarında.. Bizim dedelerde Tokat Erbaa’ya kadar varmışlardı o zaman. “geldik” dediler, adı sonradan değişmiş “Atasu beldesi” olmuş. Tabi kullandıkları isimler, halk arasında kullanılan isimlerdi. Öyle tanındıkları için, yerel yer adlarını söylemişler. Ama burası Galyan vadisi..
Biraz daha yol aldım, güzel bir düzlükten giderken yaşlı bir adam, ufak bir kulübeden fırladı yola, el attı ama yolun sol tarafında. “yolcu değil ama her halde yukarda yaylalara bir emanet gönderecek her halde” diye düşündüm durdum, elindeki bir kap içindeki çilekleri uzattı. “yola gidiyorsun belli, al ağzını ıslatırsın” dedi. Şaşırdım. “kaç lira” dedim, birden gözlerini parlattı, “olur mu öyle şey, ne parası” diye çıkıştı. Bende merak biraz daha depreşti, “neden?” diye kafa yormaya başlamıştım ki, “zamanın varsa, gel bahçesinden sen de topla istersen, hem bağ bahçemizi de görürsün” dedi. Cazip bir teklifti, indim arabadan. Dere kenarında oturan eşine seslendi, “misafirimiz var, hadi çay koyda içelim hanım” diye seslendi. Baktım iş uzayacak, kestim önünü, “zamanım yok, çaya gerek yok” dedim. Bu sefer de “hazır yemekte var istersen, bir lokma ekmeğimizi ye” dedi aynı adam. Ben “teşekkür ettim, zamanım yok” dediysem de ısrar ısrar üstüne. Garip..bahçeye girip çilek topladık biraz daha “yeter” dedim bu kadar.
Hangi köy burası dedim, “Kuşçu” dedi. 78 yaşındaki Dursun Ali Akyüz amca, eşi de 82 yaşındaki Fatma Akyüz. Eşini tanıtırken “Fadime” diyince eşi, “Fatma” diye düzeltti. (Karadeniz’deki tüm Fatma’lara, Fadime denir ve buna da genelde  kızarlar Fatma’lar.) Fatma yenge de eşlik etti çilek toplamaya. Çilek bahçesini Fatma yenge, Almanya’daki kızının verdiği fidelerle oluşturmuş. “her gün toplayıp, yoldan geçenlere veriyoruz, yine de çok var ve çürüyor” diye üzülüyorlar. Fatma yenge, “daha dün bir tencere reçel yaptım, çok var, değerlendiremiyoruz yazık oluyor” diyor. Ardından “sana lahana verelim biraz” dediler ısrarla. Bir büyük poşet buldu ve birlikte lahana ve pazı ve marul topladı Dursun ali amca ile eşi Fatma hanım. Sonra da evlerinin önünde yaptıkları bahçedeki ceviz, armut, elma, erik, kiraz, dut fidanlarını gösterdi Dursun ali amca..
Bu arada Fatma yenge bana bir şey verdi, erik gibi ama daha önce görmediğim bir meyve. Almanya’dan getirmişler bunun da fidanını, “Alaman eriği” dedi. Henüz tam olgunlaşmamış ama bizim can erik tadında bir meyve. “Burada fidan yetiştiriyorum, aşılayıp ihtiyacı olanlara dağıtıyorum.” Diyor. sonra dere kenarına geçiyoruz, tam o sırada derede kırmızı benekli alabalık tutan birini görüyoruz. Elinde tek bir alabalık var ve dere boyu yukarıya doğru bakınarak gidiyor, belli ki balık öbeklerini biliyor. O elindeki tek hakiki alabalığı bize veriyor ve yoluna devam ediyor. Dursun Ali amca, dere yatağının hemen yol kısmına kalan kısmında  derenin bir kısmını taşlarla çevirmiş, üç ayrı yerden ve burada, kum ve çakıl biriktirip, kuran kursuna, okula ve yoksul insanlara dağıtıyor. Kısaca evinin hemen her tarafında “sevap”a yarayan işleri kendine görev edinmiş.
 
“iyi de para alıyormusun bari” diye sordum, “haşaaa” dedi Dursun ali amca, “ben bunları sevap kazanmak için yapıyorum. Eşimle el ele verip, sadece sevaba uğraşıyoruz. Başka bir şey gelmiyor elimizden”.. 18 yıl Almanya’da Augsburg’da man fabrikasında çalışmış Dursun Ali amca..Kış mevsimlerinde Bursa’da çocuklarının yanına gidiyor, sonra da buraya dönüyorlar. Kafalarına göre geziye de gidiyorlar. Belçika, Fransa, Hollanda, KKTC ve Almanya.. “ Allah zayi etmez inşallah” diyip, insanl…………….yazının devamı için tıklayın

Yorum bırakın